Metabolik sendrom, 20. yüzyılın sonlarında “Sendrom X” olarak tanımlanmış bir kavramdır ve farmakolojik gelişmelere rağmen, önde gelen küresel halk sağlığı sorunlarından biridir. Metabolik sendrom tek başına bir hastalık değildir, beraberinde ortaya çıkan ve kardiyovasküler hastalık riskini de artıran tıbbi durumların toplamı olarak değerlendirilmektedir. Bu tıbbi durumlar, dislipidemi, hipertansiyon, abdominal obezite, insülin direnci olarak sıralanmaktadır. Bu hastalıkların yanı sıra obez bireylerde sıklıkla görülen abdominal yağlanma artışı ve insülin direnci de metabolik sendrom kriterlerinin ana unsurlarından biridir. Abdominal obezite, metabolik sendromun en önemli bileşenidir. Dolayısıyla metabolik sendromlu bireylerde de obez bireylerde görülen birçok patolojik durum gözlenmektedir. Diyabet, kalp hastalığı, hipertansiyon ve kanser obeziteye eşlik eden kronik hastalıklardandır. Diyet ve yaşam tarzı gibi çevresel faktörler ile bireyin genetik ve epigenetik yapısı arasındaki karmaşık etkileşimlerin, metabolik sendromun patofizyolojisinden sorumlu olabileceği bildirilmektedir. Epidemiyolojik çalışmalar, özellikle yetişkinlerde intrauterin beslenme, doğum sonrası beslenme modelleri ve büyüme ve metabolik sendrom arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermiştir. Gelişimsel programlamanın yanı sıra, sirkadyen ritim, oksidatif stres ve mikrobiyotanın da metabolik sendromun gelişimi ile ilgili olabileceği bildirilmiştir. Sonuç olarak, metabolik sendrom giderek artan uluslararası yaygın bir morbidite ve mortalite nedenidir ve birçok olası patofizyolojik mekanizmanın yanı sıra birçok risk faktörü ile bağlantılıdır. Metabolik sendrom multifaktöriyel bir hastalık olsa da düzenli egzersiz ve dengeli beslenme ile bu durumdan korunmak mümkün olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Metabolik Sendrom, insülin direnci, intrauterin yaşam
|